Creepypasta Konusu (Creepypasta'larınızı Buraya Yazıp Sohbet Edebilirsiniz!!!)

MantisWrath

Elmas Madencisi
Mesajlar
845
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
862
Puanları
2,140
Ruh hali
Hayat ilklerle doludur.



Hayaletler sadece ne cennete ne cehenneme giden, yani arafta kalan ve dünyada dolaşan ölülerin ruhlarıdır, hepsi bu. Boşuna korkmayın, onlar da sizin gibiydi; onlar da insandı. Onların da bedeni vardı, onların da duyguları vardı. Ve hayaletler insana zarar vermez, sadece eşyalara zarar verir. İnsanlar kendilerine zarar verir.



kill me kakarot.



Aynen, eski grubun kurucusu da geldi geldi hoşgeldi.



Şimdi de eğleneceğimize inancım tam.
cptrnin ayrı bi havası vardı
 

RedIsBack

Obsidyen Madencisi
Mesajlar
1,417
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
1,007
Puanları
0
Gelirsin :D
ben gelebülürmüyüm pülüs
ayrıca ben söper möper ultra möga komand blokçuyım
Sen zaten yok muydun :(
Hayat ilklerle doludur.



Hayaletler sadece ne cennete ne cehenneme giden, yani arafta kalan ve dünyada dolaşan ölülerin ruhlarıdır, hepsi bu. Boşuna korkmayın, onlar da sizin gibiydi; onlar da insandı. Onların da bedeni vardı, onların da duyguları vardı. Ve hayaletler insana zarar vermez, sadece eşyalara zarar verir. İnsanlar kendilerine zarar verir.



kill me kakarot.



Aynen, eski grubun kurucusu da geldi geldi hoşgeldi.



Şimdi de eğleneceğimize inancım tam.
Creepypasta olurda ben gelmez miyim ?
 

ErenBeyazkurt

WhiteGraphic | Tasarımcı
Mesajlar
2,831
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
2,348
Puanları
6,790
Gelirsin :D

Sen zaten yok muydun :(

Creepypasta olurda ben gelmez miyim ?
Gruplar kapatılmadan baya önce forumdaydım ama ölü durumundaydm spam sunucu konuları açıyordum redstone grubu kurduydum tek bildiğm summondu :D
ama creepypastalarda vardım
ama haremde yoktum izleyiciydim
 

BrolyTheLSSJ

Obsidyen Madencisi
Mesajlar
1,201
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
864
Puanları
1,990
Ruh hali
cptrnin ayrı bi havası vardı

hakkaten vardı. gruplar açık olsaydı...


Budur:



DBZ'deki Goku'ya karşı bir düşmanlığı vardır ve dünyayı da Goku'yu da yok etmek ister. İstediği zaman istediği kadar güçlenebilmesi Broly'nin en önemli özelliğidir.

Gelirsin :D

Sen zaten yok muydun :(

Creepypasta olurda ben gelmez miyim ?

Yeni bir başlangıç yapıyoruz ve şimdiden iyi gidiyoruz görünüşe göre :D

THİS İS CREEPYPASTA

Pasta lezzetliymiş :) Pastayı görünce ben:


Yemeyin lo :) KAKAROOOTTT!!!
 

RedFail

Elmas Madencisi
Mesajlar
739
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
473
Puanları
1,090
Merhaba! Adım Melissa. Bu sayfadaki yeni editörüm. Bir kaç pastam var. Onları da ilerleyen zamanlarda paylaşacağım. Nick'im Darkness.

''Clockwork''
Odada zayıf küçük bir kız oturuyordu. Karman çorman saçlarına sakız yapışmış haliyle berbat görünüyordu. Ela gözleriyle kapıyı izliyordu. Bu sırada babası: " Lanet olsun, bir daha asla çocuğum olmasın ! " Artık çığlık atıyordu, " abiin tek yaptığı ortalığı pisletmek , şikayet etmek ve duvarları boyamak ! " Çocuk, bağırışmaları dinlerken oyuncak zürafasını kendine doğru çekti. Babasının ağzından tükrükler saçarken konuşması bir anda annesinin bağırısıyla kesildi: " O sadece ufak bir çocuk David. Daha iyisini bilemez. David." " Canın cehenneme Marybeth. Bu saçmalıklarını daha fazla dinleyemem zaten fazlasıyla dinledim ! " dedi. Kadın, " Peki ne yapmayı planlıyorsun ? " dedi kocasına dönerek.

Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "

Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.

" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.

Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

...Bir süre sonra...

Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiçbir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.

Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.

Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.

Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildiği kalbindeki aci ve zeminin soğukluğuydu.

Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "

Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.

Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiçbir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.

Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.

İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...

Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.

" Zaman doldu ! "

Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.

" Ben...Clockwork'üm... "

Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.

ALINTIDIR

NOT: Okuyan işsiz var ise banada konusunu yazsın.
 

Minecraftplayerr

Java, Skript, Php, Html, Css, Javascript, Anime
Mesajlar
3,981
En iyi cevaplar
6
Beğeniler
3,799
Puanları
7,080
Ruh hali
Merhaba! Adım Melissa. Bu sayfadaki yeni editörüm. Bir kaç pastam var. Onları da ilerleyen zamanlarda paylaşacağım. Nick'im Darkness.

''Clockwork''
Odada zayıf küçük bir kız oturuyordu. Karman çorman saçlarına sakız yapışmış haliyle berbat görünüyordu. Ela gözleriyle kapıyı izliyordu. Bu sırada babası: " Lanet olsun, bir daha asla çocuğum olmasın ! " Artık çığlık atıyordu, " *****in tek yaptığı ortalığı pisletmek , şikayet etmek ve duvarları boyamak ! " Çocuk, bağırışmaları dinlerken oyuncak zürafasını kendine doğru çekti. Babasının ağzından tükrükler saçarken konuşması bir anda annesinin bağırısıyla kesildi: " O sadece ufak bir çocuk David. Daha iyisini bilemez. David." " Canın cehenneme Marybeth. Bu saçmalıklarını daha fazla dinleyemem zaten fazlasıyla dinledim ! " dedi. Kadın, " Peki ne yapmayı planlıyorsun ? " dedi kocasına dönerek.

Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "

Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.

" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.

Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

...Bir süre sonra...

Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiçbir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.

Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.

Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.

Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildiği kalbindeki aci ve zeminin soğukluğuydu.

Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "

Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.

Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiçbir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.

Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.

İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...

Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.

" Zaman doldu ! "

Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.

" Ben...Clockwork'üm... "

Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.

ALINTIDIR

NOT: Okuyan işsiz var ise banada konusunu yazsın.
WOAH O ne lan aSD.sd
(Korku sanırsam okumadım :()
 

BrolyTheLSSJ

Obsidyen Madencisi
Mesajlar
1,201
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
864
Puanları
1,990
Ruh hali
Merhaba! Adım Melissa. Bu sayfadaki yeni editörüm. Bir kaç pastam var. Onları da ilerleyen zamanlarda paylaşacağım. Nick'im Darkness.

''Clockwork''
Odada zayıf küçük bir kız oturuyordu. Karman çorman saçlarına sakız yapışmış haliyle berbat görünüyordu. Ela gözleriyle kapıyı izliyordu. Bu sırada babası: " Lanet olsun, bir daha asla çocuğum olmasın ! " Artık çığlık atıyordu, " *****in tek yaptığı ortalığı pisletmek , şikayet etmek ve duvarları boyamak ! " Çocuk, bağırışmaları dinlerken oyuncak zürafasını kendine doğru çekti. Babasının ağzından tükrükler saçarken konuşması bir anda annesinin bağırısıyla kesildi: " O sadece ufak bir çocuk David. Daha iyisini bilemez. David." " Canın cehenneme Marybeth. Bu saçmalıklarını daha fazla dinleyemem zaten fazlasıyla dinledim ! " dedi. Kadın, " Peki ne yapmayı planlıyorsun ? " dedi kocasına dönerek.

Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "

Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.

" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.

Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

...Bir süre sonra...

Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiçbir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.

Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.

Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.

Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildiği kalbindeki aci ve zeminin soğukluğuydu.

Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "

Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.

Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiçbir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.

Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.

İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...

Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.

" Zaman doldu ! "

Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.

" Ben...Clockwork'üm... "

Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.

ALINTIDIR

NOT: Okuyan işsiz var ise banada konusunu yazsın.

Konusu: Korkunç şeyler çizen bir kıza, bu korkunç şeylerin bela olması, bu korkunç çizimler yüzünden her şeyini kaybetmesi ve sonunda aklını da kaybetmesi, vücudunun kontrolününün tıpkı Broly gibi şeytanın eline geçmesi ve delice gözlerini oyup gözlerinden tek kalan şey olan göz çukuruna saat çizip suratını gizleyip Jeff The Killer gibi yeni kurbanlarını araması.
 

MantisWrath

Elmas Madencisi
Mesajlar
845
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
862
Puanları
2,140
Ruh hali
Merhaba! Adım Melissa. Bu sayfadaki yeni editörüm. Bir kaç pastam var. Onları da ilerleyen zamanlarda paylaşacağım. Nick'im Darkness.

''Clockwork''
Odada zayıf küçük bir kız oturuyordu. Karman çorman saçlarına sakız yapışmış haliyle berbat görünüyordu. Ela gözleriyle kapıyı izliyordu. Bu sırada babası: " Lanet olsun, bir daha asla çocuğum olmasın ! " Artık çığlık atıyordu, " *****in tek yaptığı ortalığı pisletmek , şikayet etmek ve duvarları boyamak ! " Çocuk, bağırışmaları dinlerken oyuncak zürafasını kendine doğru çekti. Babasının ağzından tükrükler saçarken konuşması bir anda annesinin bağırısıyla kesildi: " O sadece ufak bir çocuk David. Daha iyisini bilemez. David." " Canın cehenneme Marybeth. Bu saçmalıklarını daha fazla dinleyemem zaten fazlasıyla dinledim ! " dedi. Kadın, " Peki ne yapmayı planlıyorsun ? " dedi kocasına dönerek.

Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "

Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.

" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.

Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

...Bir süre sonra...

Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiçbir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.

Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.

Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiçbir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.

Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildiği kalbindeki aci ve zeminin soğukluğuydu.

Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "

Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.

Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiçbir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.

Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.

İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...

Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.

" Zaman doldu ! "

Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.

" Ben...Clockwork'üm... "

Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.

ALINTIDIR

NOT: Okuyan işsiz var ise banada konusunu yazsın.
f*uck this shit m8
 

BrolyTheLSSJ

Obsidyen Madencisi
Mesajlar
1,201
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
864
Puanları
1,990
Ruh hali
Okuyan işsiz var ise banada konusunu yazsın.

İşsizim olm :D Broly pastam için de ilham oldu hem :D

Benden de bir pasta gelsin:

Skyrim'deki Hayaletin Gizemi

Skyrim'de geceleri ortaya çıkan bir hayalet vardır. Hayaletin başı yoktur ve at sürer söylentiye göre sonuna kadar takip ederseniz bir mezarlık bulursunuz ve kaybolduğu yerde bir kafatası vardır.

Ayrıca bu hikayenin aslının New Holland'da gerçekleştiği düşünülen şu hikayeden çıktığı bilinmektedir:
Hikâye takriben 1780'lerde, Hollandalıların yaşadığı Tarry Town, New York'ta Sleepy Hollow adında gözden uzak bir vadide geçer. Hikâye, cılız, uzun ve batıl inançlara sahip Connecticutlı bir okul öğretmeni olan Ichabod Crane'in hayatını anlatır. Crane kasabanın kabadayısı Abraham "Brom Bones" ile varlıklı bir çiftçinin (Baltus Van Tassel) kızı ve tek çocuğu Katrina Van Tassel için rekabet etmektedir.Crane, bir sonbahar gecesinde Van Tasselların evinde verilen bir partiden ayrılırken bir Alman askerinin hayaleti olduğu düşünülen başsız süvari tarafından takip edilir. Süvari Amerikan Bağımsızlık Savaşı esnasında isimsiz bir çatışmada başıboş bir gülle ile vurularak kafasını kaybetmiştir ve kafasını aramak için geceleri savaşın olduğu yere gitmektedir.



 

GodofMilker

Nether Yerlisi
Mesajlar
2,196
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
2,563
Puanları
6,890
İşsizim olm :D Broly pastam için de ilham oldu hem :D

Benden de bir pasta gelsin:

Skyrim'deki Hayaletin Gizemi

Skyrim'de geceleri ortaya çıkan bir hayalet vardır. Hayaletin başı yoktur ve at sürer söylentiye göre sonuna kadar takip ederseniz bir mezarlık bulursunuz ve kaybolduğu yerde bir kafatası vardır.

Ayrıca bu hikayenin aslının New Holland'da gerçekleştiği düşünülen şu hikayeden çıktığı bilinmektedir:
Hikâye takriben 1780'lerde, Hollandalıların yaşadığı Tarry Town, New York'ta Sleepy Hollow adında gözden uzak bir vadide geçer. Hikâye, cılız, uzun ve batıl inançlara sahip Connecticutlı bir okul öğretmeni olan Ichabod Crane'in hayatını anlatır. Crane kasabanın kabadayısı Abraham "Brom Bones" ile varlıklı bir çiftçinin (Baltus Van Tassel) kızı ve tek çocuğu Katrina Van Tassel için rekabet etmektedir.Crane, bir sonbahar gecesinde Van Tasselların evinde verilen bir partiden ayrılırken bir Alman askerinin hayaleti olduğu düşünülen başsız süvari tarafından takip edilir. Süvari Amerikan Bağımsızlık Savaşı esnasında isimsiz bir çatışmada başıboş bir gülle ile vurularak kafasını kaybetmiştir ve kafasını aramak için geceleri savaşın olduğu yere gitmektedir.


Görevler dışında hayalet çıkmıyor ? Wat .-.
 

BrolyTheLSSJ

Obsidyen Madencisi
Mesajlar
1,201
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
864
Puanları
1,990
Ruh hali
Görevler dışında hayalet çıkmıyor ? Wat .-.

adamlar uyanık. insanlar bug zannetmesin de gerçek bir pasta olsun diye uğraşmışlar resmen. tıpkı pokemon'daki diri diri gömülü canlı gibi. onu yenince oyun bozuluyordu.[DOUBLEPOST=1424539989,1424376145][/DOUBLEPOST]

Ve sözümü tutarak Broly Creepypasta'mı yazdım.

"Efsanevi Süper Katil" Broly

Ben internetten Dragon Ball Z bakmayı çok severim, hatta her gün bir bölümüne bakarım. Hatta bu bende bir bağımlılık yarattığından asla bırakamam. Ama geçen günkü olaydan sonra bırakmaya karar verdim. Çünkü daha fazla bölüm seyredersem, o beni de öldürecek...

O gün 16.bölümünü gördüm. Bölümü incelemeye karar verdim. Sırf kanlı bir fotoğraf vardı ve kanlı fotoğrafın arkaplanında da Broly vardı. Broly favori karakterimdir, bu yüzden özellikle Broly ile ilgili bölümlere bakmak için can atarım. Bu da Broly'li bir film olduğundan bakmaya karar verdim. Açtığımda üzerinde "DBZ-666" diye bir yapımcının yapmış olduğu yazıyordu. Demek ki bu bir fan yapımıydı. Ama orjinal film olduğu yazıyordu. Ve bunu paylaşan da resmi DBZ kanalıydı. Önemsemedim, bakmaya devam ettim.

Broly filmin başlangıcında bir yere yürüyordu. Yürüyordu, sürekli yürüyordu. Bu sahne tam 2 saat boyunca devam etti. Tam kapatmaya karar vermiştim, hatta kapatma tuşuna bile basmıştım. Ama sadece masaüstünü görebilmiştim, çıkamamıştım. Normalde masaüstü resmim hep bir pony olurken, şimdi o pony resminin yerini Broly'nin en korkunç fotoğraflarından biri almıştı. Ve bir uyarı mesajı geldi.

"Ben efsanevi savaşçıyım. Senin yerinde olsam bunu yapmazdım, acınası yaratık."

Neler oluyordu? Bu bir şaka mıydı, yoksa Broly bilgisayarımı mı ele geçirmişti? Bu bir virüs müydü yoksa? Videonun sonunu görmeliydim. Her şeye rağmen devam edecektim. Buna kararlıydım. Gerçi video tam 18 saatti, ama umrumda bile değildi!!! Buna pişman olacağımı
bile bile devam ettim.

Sonra Z savaşçıları (Goku, Vegeta, Trunks, Gohan vs.) Broly'nin karşısına çıktı. Ama Broly buna hazırlıklıydı. SSJ9 diye bir formuna dönüştü. Tabii böyle bir form hiçbir DBZ filminde yoktu. Oysaki bu filmde Super Saiyan God formundan bile güçlü bir form olduğundan bahsediliyordu. Ve Broly hepsine saldırdı. Vegeta da karşılık vermeye çalıştı. Ama Broly, Vegeta'nın kafasını vücudundan ayırdı. Hatta Vegeta'nın boğazındaki kemik ve parçalanmış şah damarı bile gözüküyordu. Gerçekten iğrenç bir manzaraydı. Hepsi korkmuştu. Broly Goku'ya saldırmak için hareketlendi. Derken ekran karardı, kararan ekranın köşelerinden henüz çıkarmamış olduğum okul gömleğime kan fışkırdı. Sonra film geri geldi... Ve o korkunç manzara karşımızdaydı; Broly Goku'yu tam leğen kemiğinden ikiye ayırmıştı, hatta kemiği de gözüküyordu. Goku'nun gözleri de Sonic.exe gibi kanlıydı.

Sonra bir daha ekran karardı ve aynı şeyler oldu. Ekran geri geldiğinde... Broly tüm savaşçıları öldürmüştü. Kalan savaşçılar 4, 5 veya 10 parçaya ayrılmıştı ve kemikleri ortalığa saçılmıştı. Kenarda duran Hatchiyack'ın da boğazını parçalamıştı, damarları dışarıdaydı. Ama filmde Hatchiyack bir robottu ve robotların damarlarının olmayacağı da belliydi.

Arka plan toptan kan gölü olmuştu. Ve Broly bana yöneldi. Korkunç bir bakış ve ses tonuyla tam da koluma kan tükürdü. Ve şöyle bir söz söyledi:

"Hayatını berbat edeceğim... Ölmek için bana yalvaracaksın! Ben ölüm tanrısıyım!"

Bunu dediği gibi film kendini kapattı. Daha 12 saat vardı ama film kendini kapatmıştı. Bilgisayar ise kafayı yemişti. Tüm dosyalar "LSSJBroly" adını almıştı. Sonra bilgisayarım kendini patlattı. Televizyon kendini açtı. Kanallar değişmeye başladı. Her kanalda Broly vardı. Ve "Seni öldüreceğim, benden kaçış yolun yok. Pes et ve öl" diyordu. Sonra telefonum açıldı, YouTube'yi açtı ve aynı sözler açtığım her videoda tekrar ediyordu. Ve mesaj geldi. Sonra da beni aradı. Her seferinde aynı sözü söylüyordu. Bir harf bile eksik veya fazla değildi, aynı sözü tekrar edip duruyordu. Sonra telefonum patladı. Televizyon da ikiye ayrıldı ve Broly televizyonun içinden fırladı. Ben camdan aşağı atladım. Çok şükür bakkalın brandasına düştüm ve yaralanmadım. Ama branda Broly'i taşıyamadı ve Broly yere düştü. Sonra da şöyle dedi:

"Beklediğimden hazırlıklıymışsın. Senin için geri döneceğim. Hayatının son 24 saatinin keyfini sür!"

Rahatlamıştım. Bakkal ise tüm gürültüyü duyup dışarı fırladı ve ne olduğunu sordu. Ben de hiçbir şey olmadığını söyledim.

Gece oldu, yattım. Ama rüyam hep karanlıktı. Uyandım. Karşımdaki gardrobu açtığımda Broly duruyordu. Ve benim vücudumda ağır bir yara açtı. Son gördüğüm karnımdaki altı baklavanın olduğu yerden kan fışkırdığıydı.

Sonra mı? Hastanedeydim, şans eseri fazla kan kaybetmeyip ölmemişim. Ama hastaneden bir hava almak için çıktığımda... Gökyüzü kıpkırmızıydı, trafik yoktu ve doktorlar, işçiler, mühendisler... Kısaca etrafta tek ben kalmıştım. Arkama döndüğümde... Broly oradaydı... Ve hatırladığım son sözü şuydu:

"Efsanevi Süper Katil Broly'i hafife aldın. Şimdi bunun bedelini canınla ödeme vaktin geldi! Kaçmayı deneme, benim dünyamdasın. Senin kaderin burada ölmek. Diğer tüm insanlar gibi, kaderini çekeceksin!!!"

 

Üst