Şefkat Psikoloji

Liwany

Yaşa Mustafa Kemal Paşa!
Mesajlar
209
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
140
Puanları
550
Ruh hali
KENDİNE ŞEFKAT GÖSTERMEK
Memeliler alemindeki canlıların diğerlerine göre birtakım farklılıkları vardır. Hem fiziksel, anatomik hem de psikolojik olarak ve memelilerin bir diğer benzersiz yanı da gelişmemiş olarak doğmalarıdır. İşte bu yüzden ihtiyaçlarımız, gereksinimlerimiz doğar, güvende olma, yakın durma hissiyatı. Bazı hayvanların doğduğu andan itibaren ilk gördüğü kişiyle kurduğu hayat boyu süren bağ gibi. Bunun psikolojide adı “imprinting”. Bu olay içgüdüsel bir bağlanma ve beraberinde lider alınan kişi tarafından öğrenilen davranışların izlenmesidir. Çünkü canlıların sevgiye ihtiyacı vardır, güvende olduğuna inanması gerekir bunun için birtakım içgüdüsel şeylerle programlanmıştır. Ki memelilerden de daha çok ayrışan biz insanların daha çok şeye ihtiyacı vardır. Rahatlığa, arkadaşlığa, güvene, fiziksel temasa, sıcaklığa, koşulsuz sevgiye vb. Hatta bunu için annelere bebeklerini sürekli okşaması, onlara gülümsemesi, onunla konuşması söylenir. Tutuşu bile kendinden emin ve nazik bir şekilde olmalıdır çünkü o dönem bebek her şeyi hisseder ve ihtiyacı olan şeyi, şefkati arar. Biz şefkat üzerine kurulmuşuzdur ve araştırmalara göre şefkat gördüğümüzde kortizol seviyemizi düşürür, iyi hissetme hormonu olan oksitosin salgılarız. İşte bu bebek için önemli olan ruhsal, zihinsel bir süreçtir aynı zamanda. Ericson’ un kuramındaki ilk evrede anlatılan gibi.
Bu bahsettiğimiz gereksinimleri her zaman dışarıdan karşılayamayız. Ama bilmeliyiz ki asıl gerekli olan da zaten kendimizi kendimizin donanımlandırmasıdır. Yani bu duyguların her birini, bizim etrafımızdakilerden çok kendimizden karşılayabilmeliyiz. İç huzur dediğimiz budur. İçsel özgürlüğünü (kimseye bağlı olmadan düşünebilme, yaşayabilme), insan bu gereksinimleri karşılayarak kazanabilir. Aksi takdirde biliyoruz ki fazla sevilen, ilgi gören, güven ihtiyacı yerinde her istediğini elde eden insanlar bile özünde hep mutsuz olduklarını söyler. Ben tüm sorunların temelini kesinlikle buna dayandırıyorum. Özsaygıya, özdenetime, özyetkinliğe ve en önemlisi özşefkate.
İlk önce kendine şefkat göstermenin neden gerektiğini, nereden doğduğunu anlatmak istiyorum. Bunun için de en derine inmemiz gerek ve burada başka bir kavramla karşılaşıyoruz. “Benlik Saygısı”. Benlik saygısı, kendine değer vermenin genel bir değerlendirilmesidir. Ve bu kavram, saygınlığın başkalarından farklı ve üstün olarak kazanılacağı inancıyla içimize yerleşir. Psikolog Kristin Neff’ in dediği gibi “Kendimizi iyi hissetmek için diğerlerinden daha iyi olma ihtiyacımızı doğurur benlik saygısı.” Bu içsel olgu düzeyi ayarlanabildiğinde yararlı olabilmektedir ama ya dozunu kaçırırsak, o zaman neler olur? İşte buradan narsizm çıkıyor, küçüklükten beri okullarda üstün olmakla, farklı olmakla, ortalamanın üstünde olmakla başarılı bir insan olunabileceği algısı oluşturuluyor ya da ebeveynler tarafından. Peki neden üstün olmak zorundayız, neden bir hayat boyu diğerleriyle yarışmak, kıyaslanmak zorundayız? Neden her konuda farklı olmak zorundayız? Aslında biz insanlar hep mükemmeli, mükemmel başarıyı elde etmek isteriz ama kusursuz olamayız hiçbirimiz, tam da bu noktada diğer insanlarla aynıyız. Kabul etsek de etmesek de başarılı bir insan olsak da çok da farklı bir insan olamayız. Ve bu kendi içimizle, etrafla olan benlik saygımızı artırmak için her şeyi yapabilir düzeye gelmişliğimizle yetiştirilmemiz, gelişmemiz beraberinde mutsuzluğu getiriyor. İşte bu çarktan, diğerlerinden daha iyi hissetme ihtiyacımızdan kurtulmamızı özşefkat sağlıyor. Kristin Neff bu süreci üç evrede ele alıyor. Self-Kindness (kendine nezaket), Common Humanity (ortak insanlık) ve Mindfulness (bilinçli farkındalık). Ama ben size kendi özşefkat anlayışımdan bahsetmek istiyorum. Bu süreçte ilk bulunduğun durumu, psikolojini farkına varıp bunu kabul etmek gerekiyor. Kİ aslında bu kolay olmayıp, cesareti de gerektiren bir ön koşul. Hiçbirimiz en çok korktuğumuz, en çok yara aldığımız şeylerden pek bahsetmeyiz hem insanlara hem de kendimize, bunları hatırlamak dahi istemeyiz bırakın çözmeyi. Bu bilinçaltı sorunlarına yol açar hatta devamında depresyona kadar götürür. Bu yüzden zorluklarla, utanç verici şeylerle, korkularla yüz yüze gelebilmeliyiz ve onun varlığını kabul edebilmeliyiz. Zaman zaman en zor evre bu olabilir.

İçinde bulunduğun his tam olarak neyse onu o şekilde değiştirmek istemeden, yargılamadan, hiçbir şey ve hiçbir insan baskısı altında kalmadan (hatta benlik saygısı etkisi altında kalmadan) neysen o an onu bilebilmek, kendini özüne indirgeyebilmek gerek. Sonraki kısımlar bana göre daha basit. Çünkü biz hemen kendimizi kendimizle tartışma içine sokmayı, kendimizi yargılamayı, başkalarına dahi söyleyemeyeceğimiz acı verici şeyleri kendimize söylemeyi tercih ediyoruz. Yıllar boyunca sorgulayan araştırmacılar “bu iç sesin neden bunu yaptığını” birçok sebebe bağlıyor ama en temelinde iki nedeni var. Birincisi (belki de sizin de okurken fark edip düşüneceğiniz gibi) iç ses, böyle konuşarak bizi motive edebildiğini, bunları yapmazsa bizi tembel ve nefsine düşkün hale getirmiş olacağını düşündüğü yönünde. Oysa özşefkat “olumlu yargılar” demek değil asla, kendine arkadaşça yaklaşmak. Tam aksine olumlu, olumsuz eleştirilerde bulunmadan rasyonel bir şekilde gerçeği ve kendini bütün hatalarınla kabul edip, anlayışla, sabırla, nezaketle kucaklayıp, elini tutmaktır. Destekçin olup, kendini teşvik edebilmek, motive edebilmek, yaratıcı düşünmeni sağlamaktır. Tam da burada benlik saygısıyla ayrılır. Benlik saygısı “Diğerlerinden ne kadar farklıyım?” diye sorup seni zorla düşünmeye iterken; özşefkat “Diğerleriyle ne kadar aynıyım?” diyerek kendi benliğimizi kabul edip her birimizin sınırsız varlıklar olduğunu bilerek mutlu bir şekilde işe koyulabilmektir.
İkinci olarak da iç ses bize acımasızca seslenir; çünkü “Bizim zihnimiz mutluluk için tasarlanmamış, bizim zihnimiz bizi hayatta tutmak için tasarlanmıştır.” Zeynep Selvili’nin dediği gibi. Yani ses bizi “savaş-kaç” durumlarında olsun, psikolojik saldırı altında kaldığımız durumlarda olsun ayakta ve uyanık tutabilmek, zihnimizi etki ve tepkilere hazır bulundurmak için bu yolu seçer. Ama aslında o an yapacağımız yumuşak bir ses tonuyla kendimize “Sakin ol, sen değerlisin, şimdi sana nasıl yardımcı olabilirim?” demek olmalıdır.
Bu bahsettiklerimize ne kadar daha çok zor anlarda ihtiyaç duyulsa da hayatımızın her anında, duygularımızı bastırmadan, kendimizle uzlaşma yoluna girerek mutlu ve huzurlu olabiliriz. Tek yapmamız gereken insanlardan beklediğimiz “anlayış” ı kendimize göstermek. Kendini anlayamayan, anlatamaz da anlaşılamaz da. Bunun için en kötü, en stresli, en telaşlı anında kişi durmalı! Narince kendini sakinleştirmeli, kendini hissetmeli. Zihnine süre vermeli, kendini zorlamadan ne yaşadığını, içinde neler olup bittiğini algılamaya çalışmalı. Bir çocuğa yaklaşır gibi yaklaşmalı kendine, sevgisini esirgemeden kendinden.
Ve istatistikler sonucu da özşefkat daha az depresyon, daha az kaygı, stres, daha az mükemmeliyetçilik ve aynı şekilde mutluluk, yaşamdan tatmin, yaratıcılık, sosyallik, iyi iletişim kurma becerisi gibi olumlu olgularla da kuvvetle bağlı olduğu ortaya çıkmıştır.
İşte bu yüzden, insan hep başkalarını daha çok düşünür, sever; sen ise hep en çok kendini sev! Buna bencillik diyenlere de şunu söyle “Ben kendime kalbimi açınca başkalarına da vereceğim şeyler artıyor.” Unutma insan kendini bilince, kendini gerçekleştirince mutlu olup etrafındakileri mutlu edebiliyor!


Ali Erdem SARIGÜL
 


Bolonezella

Zombi Katili
Mesajlar
168
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
569
Puanları
390
kesinlikle haklısın krşm ama okumadım
Edit : okudum
 
Son düzenleme:

DonsuzT

Kızıltaş Madencisi
Mesajlar
566
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
341
Puanları
590
Sana sonuna kadar katılıyorum.
 

VMicro

┴┬┴┤( ͡° ͜ʖ├┬┴┬
Mesajlar
186
En iyi cevaplar
0
Beğeniler
181
Puanları
360
142 satırlık konuya tek satır cevap:para:
 

Üst