Son Gün: Sezon Finali (6)

Son Gün yeni sezonda nerede geçsin?

  • Amerika Birleşik Devletleri (Los Angeles, Washington, San Francisco)

  • Almanya (Berlin)

  • İngiltere (Londra)

  • Yunanistan (Atina)

  • Japonya (Tokyo)

  • Çin (Beijing)


Sonuçlar yalnızca oylamadan sonra görülebilir.

FFHD

orda her kiminleysen, belki sevgilinleysen...
Mesajlar
969
En iyi cevaplar
21
Beğeniler
1,469
Puanları
2,680
Kamera kayıtlarında şüpheli olarak Lui'yi belirlemiştik ve onu nerede arayacağımızı biliyorduk. Bu yüzden hemen harekete geçtik. Üç tane beyaz araca atlayıp Lui'nin evine doğru yola çıktık. Eve yaklaştığımızda Fred, Oliver, Henderson ve ben, Lui'nin evine devam ettik. Diğerleri ise yolun giriş ve çıkışına mevzilendiler ve yolu kapattılar. Oliver, bize havadan görüş sağlamak için Lui'nin evinin karşısındaki yüksek bir apartmanın çatısına çıktı. Fred arabada hazırda bekliyordu. Henderson ise Lui'yi kapıda konuşarak oyalayacak, bende evin arkasından girip uzaylılara dair ipuçları arayacaktım. Oliver'in apartmana çıkmasıyla harekete geçtik. Ben, evin bahçesinden dolaştım ve arka kapının yanına konuçlandım. Evin ışıkları yanmıyordu, o yüzden içeride dikkatli olmalıydım. Henderson kapının zilini çaldı ve beklemeye başladık. Birkaç dakika hareket olmadı. En sonunda artık dayanamadım ve kapıyı açmaya çalıştım. Tam kapıyı açacak ve içeri girecekken Sam, telsizden anons geçti: "Çabuk çıkın ordan, bu bir tuzak!". Ne olduğunu anlayamamıştık fakat tuzak olduğu belliydi. Oliver hemen toparlandı ve aşağı indi. Henderson ise etrafı kontrol ederek arabaya ilerliyordu. Bense, kapıyı açmaya çalışıyordum. Oliver ve Henderson arabaya bindi fakat Fred, ben olmadığım için arabayı sürmedi ve telsizden bana gelmemi söylediler. Gitmeye niyetim yoktu. Çünkü: bana kazık atan birini yakalamam an meselesiydi. Telsizden onlara gitmeleri istedim ve telsizi kapattım. Birkaç saniye sonra Fred arabayı sürdü ve gözden kayboldular. Benim içimde ise Lui'nin evde olduğuna dair bir his vardı. Bekleyeme başladım ve o an kapı açıldı. Kapının arkasında olduğum için Lui beni fark etmedi ve bahçeden çıktı. Arkasından hemen takibe başladım. Lui, sokağın ortasından hızlı adımlarla sokağın çıkışına doğru ilerliyordu. Ben de, arabaların arasından, görünmeden takip ediyorum. Lui'nin bir elinde silah, diğer elinde ise bir evrak çantası vardı. Lui sokağın çıkışında durdu ve silahı beline koyup telefonu çıkardı, kısa bir görüşme yaptı. Ne dediğini duymak için fazla uzaktım. Telefon görüşmesinin ardından Lui, silahını çıkardı ve kaldırma oturdu. Siyah giyinmişti ve karanlıkta belli olmuyordu ama ben de siyah kamuflaj giysilerimi giymiştim ve görünmem olası değildi. Daha da yaklaştım ve aramızda bir araba kalmıştı. Lui'nin silahını bırakmasını bekliyordum fakat tetikteydi. En sonunda, harekete geçtim ve arabanın arkasından Lui'nin arkasına geçtim. Beni fark etmemişti ve bu iyi haberdi. Tabancamı Lui'nin kafasına dayadım ve sessiz olmasını söyledim. Tam elini beline atacaktı ki silahla kafasına vurdum ve bayıldı. Evrak çantasından dosyaları çıkardım ve sırt çantama koydum. Oracıkta Lui'yi tutuklayabilirdim fakat daha da ileriye gitmek istiyordum. Bu yüzden, gömleğinin yakasına bir izleme cihazı koydum ve birkaç metre öteye gidip beklemeye başladım. Lui yavaş yavaş ayılıyordu. Kafasını tutuyor ve kısık sesle bağırıyordu. Karşı sokaktan bir araba yaklaştı. Kapısını açtı ve Lui'yi içeriye alıp yoluna devam etti. Çantamdan tabletimi çıkardım ve cihazı aktifleştirdim. Birkaç dakika soluklandım ve telefonla Henderson'u aradım. Telefon uzun süre çaldı. Tam telefonu kapatacakken Henderson telefonu açtı ve bana sinirli sinirli bağırmaya başladı: "Neden böyle bir şey yaptın! Hayatını tehlikeye attın Marcos!". Telefonu kulağımdan uzaklaştırsamda sesi çok net duyabiliyordum. İki dakika boyunca bana bağırmayı sürdürdü ve en sonunda bi' nefes alıp: "Nerdesin şimdi Marcos?". Lui'nin evinin arkasında olduğumu söyledim. Yarım saat sonra Oliver, Fred ve Yuki arabayla beni almaya geldiler. Hızla plazaya doğru yol aldık. Yol boyunca hiç konuşmadık ve çok gergindik.

Plazaya vardığımızda Henderson bizi otoparkta karşıladı. Yanında ise iki koruması vardı. Arabadan indik ve Henderson'un yanına gittik. Henderson bana uzun süre sertçe baktı. En sonunda bana kendisini takip etmemi söyledi ve ikimiz asansörle eksi yirmi yedinci kata indik. Bu kat çok karanlıktı ve yolumuzu aydınlatmak için telefonumuzun fenerlerini açtık. Ortamda bir gerginlik vardı ve bu hiçte hayra alamet değildi. Uzun bir koridor boyunca yürüdük ve önümüze bir kapı çıktı. Kapının önünde ise bir asker vardı. Biz kapıya varınca kapıyı açtı ve odaya girdik. Odada hafif bir ışık vardı. Odanın ortasında bir masa vardı, masa dışında ise odada hiçbir şey yoktu. Masaya oturduk ve beklemeye başladık. Özel bir protokol olduğu belliydi. Çünkü: Henderson, albay üniformasını giymişti ve hiç konuşmuyordu. Yirmi, yirmi beş dakika sonra kapı açıldı ve üç kişi odaya girdi. Sağdaki, kısa boylu, sarı saçlı bir askerdi. Daha doğrusu bir teğmen. Soldaki, teğmene nispeten biraz daha uzundu ve siyah saçlıydı. Beyaz ceketli, beyaz gömlekli ve beyaz pantolonlu biriydi. Büyük ihtimalle bir avukattı. Ortadakini ise tanımıştım. Bu John'du ve albay üniforması giyiyordu. Hepsi birlikte masaya oturdular ve John, söze başladı: "Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, bu gizli bir toplantı. Zerre kadar bir bilgi dışarıya yayılırsa toplantıdaki herkes ölür." Masanın üzerinde duran sudan bir yudum aldı ve devam etti: "Marcos, sana birkaç sorumuz olacak. Bize dürüst cevaplar vermen gerekiyor." Ne yani? Suçlanacak mıydım? Ellerimi masanın üstüne koydum ve kafamla evet işareti yaptım. John'da kafasını salladı ve teğmen söze girdi: "Marcos, ekiple birlikte geri çekilmemişsin. Acaba Lui'yle bir irtibata mı geçtin?". Hayır, diyerek soruyu geçiştirdim. Daha sonrasında Henderson, John'a döndü ve soru sormak için izin aldı. John'dan onay gelince Henderson, bana döndü ve suçlayıcı bir ifadeyle: "Bak Marcos. Bize dürüst olman gerekiyor dostum. Lütfen, Lui'yi biz yokken gördün mü?". Sanırım her şeyi anlatacaktım ki buna hakları vardı. Masadan izin istedim ve tabletimi almaya gittim. Giderken ellerimi kelepçelediler. Suçlu muamelesi görüyordum ve bu çok saçmaydı. Asansörle yukarı çıktık ve harekat odasına gittik. Sırt çantamdan tabletimi aldım ve tekrardan toplantıya döndüm. Tableti açtım ve uygulamaya girdim. İzleme cihazı hala Lui'nin üzerindeydi ve hareket halindeydi. Masadaki diğerleri görüntüleri izlerken her şeyi anlattım. Anlatmayı bitirdiğimde John, beyaz ceketli adama dönüp: "Evet, sanırım Marcos aklandı ha Mike? dedi ve sandalyesinden kalkıp toplantının bittiğini söyledi. Teğmen ve Mike, hızla odayı terk ettiler. Henderson, John ve ben yavaşça odayı terk ettik. John, odadan çıkınca bir oh çekip bana döndü ve sarıldı. Ben de karşılık verdim. Biraz olsun hasret gidermiştik. Ne zamandır görüşemiyorduk. Henderson bize veda etti ve hızla plazadan çıktı.

Biz de John'la birlikte evime gittik. Biraz dertleştik. Sabah oldu ve John evine gitti. Ben de akşama kadar uyumadığım için mutfağa gidip kendime bir kahve döktüm ve uykumu açmaya çalıştım. Kahvemi yaparken bir yandanda telefondan haberlere bakıyordum. Haberlere bakarken telefonuma Yuki'den mesaj geldi. Mesajı açtığımda aynen şöyle yazıyordu: "Dışarıda seni bekliyorum, hadi gel. Biraz gezelim, kafan dağılır." Kahvemin bitmesini bekledim ve otuz saniye kadar sonra kahvem oldu. Kahvemi bir dikişte içtim. Salondaki masanın üstünden silahımı, kimliğimi aldım. Ceketimi alıp dışarı çıktım. Yuki beni dışarıda bekliyordu. Yuki bir japon. Çekik gözlü, siyah saçlı hafif kısa boylu, iyi bir çocuk. Yuki'yle birlikte caddelerde gezinmeye başladık. Bir yandan sohbet ediyorduk, bir yandan ise telefonuma bakıyordum. Sokakta yürürken, apartmandan hışımla çıkan bir adam gördük. Arkasından ise yaşlı bir amca "hırsız" diye bağırıyordu. Telefonu cebime koydum ve hırsızın peşine düştüm. Yuki ise yaşlı adamın yanında kalmıştı. Üç, dört sokak kadar hırsızı kovaladım. Hızlı koşuyordu fakat yavaş yavaş mesafeyi kapatıyordum. Durması için bağırıyordum ama adamın duracak gibi bir hali yoktu. Sokağın çıkışında kalabalık bir cadde uzanıyordu. Hırsız, kalabalığnı arasında girmişti fakat onu görebiliyordum. İnsanlara çarptığımız için ikimizde yavaşlamıştık. Hırsız, kalabalığın arasına karışmak üzereydi. Zar zor görüyordum. Birden telsizden anons geldi: "Tüm ekiplerin dikkatine! A17 durumu! A17 durumu! Herkes harekat merkezine!". Ne!? Karaltılar yine mi insanlara saldırıyordu? Lanet olsun! Hırsızın peşini bıraktım ve Yuki'nin yanına gittim. Yaşlı adama, olan biteni anlattım. Adam, teşekkür etti ve evine döndü. Yuki'yle, ben de hemen plazaya doğru yola çıktık. Plazaya gittik ve harekat merkezine çıktık. Tüm ekip oradaydı ve hazırdı. Biz de sandalyelerimize oturduk ve panel aktifleşti. Görüntüleri izliyorduk. Karaltı bir insan bedenine girmişti ve caddenin ortasında herkese kurşun yağdırıyordu. Ben hemen masadan kalktım ve gitmemizi söyledim ama Henderson benimle aynı fikirde değildi. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı: "Sen gitmiyorsun Marcos, senin burada olman gerekiyor." Şaşırmıştım ve gitmeye can atıyordum. Neden gidemeyeceğimi sordum. Henderson ise bir cevap vermedi ama burada olmam gerektiğini söyledi. Ekibe ise bensiz gitmelerini söyledi. Sam, Yuki, Oliver, Fred, Samuel, Kim, Rahul, Ken ve Henderson, olay yerine gitti. Ben ve birkaç memur, plazada öylece bekliyorduk. F.B.I ekipleri olay yerindeydi ve insanları uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Yarım saat kadar sonra bizim ekipte olay yerine ulaşmıştı ve mevzilenmişlerdi. Teslim olması için anonslar yapılıyordu ama nafile. Karaltının adamı bırakmaya niyeti yoktu. Biz görüntüleri izlerken bir anda kapı açıldı ve içeri siyah saçlı, mavi gözlü bir kız girdi. Siyah bir bluz, altına ise siyah dar bir kot giymişti. Hemen ayağa kalktım ve kim olduğunu sordum. O ise bana cevap vermedi. Elimde tuttu ve beni odadan dışarıya çıkardı. Bana döndü ve heyecanlı bir şekilde anlatmaya başladı: "Marcos, oraya gitmek istiyorsun değil mi? İşte sana fırsat. Çabuk olalım, kameralar aktif edilmeden gitmeliyiz.". Gitmek istiyordum ve fırsat ayağıma gelmişti. Kabul ettim. Asansörle aşağıya indik ve siyah bir arabaya atladık. Arabanın dış tasarımı oldukça farklıydı. Düzensiz mor çizgiler arabanın her tarafını kaplıyordu. İç tasarımı ise sıradan bir araba gibiydi. Hızla olay yerine gittik. Olay yerine vardığımızda F.B.I ve bizim ekip oradaydı. Kızla birlikte bir apartmanın çatısına çıktık. Çatılardan atlayarak karaltıya yaklaştık ve bir apartmanın çatısında durup konuçlandık. Kız, yere bir halat fırlattı. Ekipler şaşırmışa benziyordu ve halatın geldiği yere bakıyorlardı. Biz ise saklanmıştık. Kız bana planı anlattı. Halatla aşağıya inip karaltının dikkatini dağıtacaktım ve diğerleri de karaltıyı tutacaklardı. Çok riskli bir plandı ama başarılı olmamız olağandı. Halata yukarıdan tutundum ve kızın "üç" diye bağırmasıyla aşağıya doğru kaydım. Karaltı bana doğru bakıyordu. Bana silahını doğrulttu ve ateş etti. İlk kurşundan kaçabilmiştim. Birkaç el daha ateş etti ve mermisi bitti. Daha sonrasında adamın bedeninden çıkıp gökyüzüne yükseldi ve büyük bir ejderhaya dönüştü. Ejderha, ağzından bana ateş topları fırlatıyordu, ben de zar zor kaçabiliyordum. Mermiler ejderhaya işlemiyordu. Caddenin ortası cehenneme dönmüştü. Bir yandan yanan arabalardan ve çöken evlerden kaçmaya çalışırken, bir yandan da ejderhayla başa çıkmaya çalışıyordum. Alev toplarından kaçarken, yerde bir tabanca gördüm. Bizim kullandıklarımıza benzemiyordu. Altın rengindeydi ve üç namlusu vardı. Sürgüsü şeffaftı ve içinde kırmızı bir sıvı vardı. Tabancayı yerden aldım ve bir arabanın arkasına saklandım. Son çare bu tabancaydı. Belki bu ejderhaya hasar verebilirdi. Arabanın kırılan camları arasından nişan aldım ve silahı ateşledim. Mermiler, silahtan şimşek gibi çıktı ve ejderhaya doğru giderken merminin arkasından kırmızı bir işık çıkıyordu. Mermi, ejderhaya değince adete bir havai fişek etkisi yaptı ve patladı BUMMM! Ejderha bir anda yok oldu. Çok özel bir şey keşfetmiştim. Yere çöktüm ve derin nefesler almaya başladım. Çok uykum gelmişti, iki gündür uyuyamamıştım. Henderson'un bağırışlarını duydum: "Marcos iyi misin? Mar.."
 



Üst