Kılıç Ustası, Bölüm 1

FFHD

orda her kiminleysen, belki sevgilinleysen...
Mesajlar
969
En iyi cevaplar
21
Beğeniler
1,469
Puanları
2,680
Jason
"Bir şeyler yemeye çalış, Jason. Ne de olsa yarın büyük gün."

Sarışın, güzel ve neşeli Linda, Jason'un el sürülmemiş tabağını işaret ederek, onu cesaretlendirircesine gülümsedi. Jason buna karşılık vermeye çalışsa da beceremedi. En sevdiği yiyeceklerle dolu tabağını çatalıyla didikledi. Bu gece gerginlik ve bekleyiş yüzünden, midesine bir kaya oturmuş gibiydi. Kendini zorlayarak bir lokma aldı.

Yarın hayatının belki de en önemli günüydü: Seçmeler olacaktı ve geleceği bu Seçmeler'e bağlıydı.

David, çatalını bırakıp anlayışlı bir tavırla ceketinin yakalarını kavrayarak, "Heyecandan, herhalde." dedi. Zayıf, uzun boylu, kanun ve düzen hastası, gayretli bir çocuk olan David, her konuyu içi açıdan ele alıp saatlerce konuşmak gibi bir huyu vardı. "Heyecan iğrenç bir şeydir. İnsanı öyle dondurur ki yemek bile yiyemez hale gelirsin." dedi.

Jason, Horace'nin alaycı bir yorumda bulunmak için başını kaldırdığını çabuk farketti ve "Ben heyecanlı değilim." dedi.

David, Jason'in söylediği söz üzerinde düşünerek, başını birkaç kez salladı. "Öte yandan." diye ekledi, "belli ölçüde heyecan, başarı getirebilir. İnsan heyecanlanınca daha iyi odaklanabilir ve yaptığı işe özen gösterir. O yüzden bazen heyecan iyidir."

Jason kendini tutamadı ve ağzını çarpıtarak gülümsedi. David'in hukuk alanında başarılı olabileceğini düşündü. Ertesi sabah, Yazı Ustası'nın David'i seçeceğinden emindi. Emin olmadığı şey ise kendisiydi. Seçmeler'den korkan tek kişi oydu.

Horace ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Jason'a yaklaşınca aniden durdu ve elinde kılıç tutuyormuş gibi yaptı. "Heyecanlanması gerek!" diye dalga geçti. "Sonuçta, hangi Zaanat Ustası onu çırak olarak almak ister ki?"

Ferron, "Hepimiz heyecanlanlıyız, birbirimizi kandırmayalım." dedi. Jason'a gülümseyerek "Heyecanlanmamak aptallık olur." diye ekledi.

Horace bilmiş tavırlarıyla, "Ben heyecanlı değilim." dedi. "Savaş Okulu'na seçileceğim ortada." dedi. Ferron, Horace'nin karnını kavrayınca Horace kızarıverdi. "Benimle alay etmeni tavsiye etmem!" David bıyık altından gülümseyince Horace sinirlenip odadan çıktı.

Saatler geçmişti ama Jason'u uyku tutmamıştı. Ayrılıklar Dağı'na bakan avluda bağdaş kurmuş, elleri, dizlerinin üstünde yatan tahta kılıcının üzerindeydi. Aşağısındaki alçak bahçelere, Kayıp Hisar'ın göçüğüne baktı. Ona küçükken anlatılan savaş masallarını hatırladı.

Lord Durıl'ın ordusu sayısız korkunç canavarlardan ve hafif zırhlı, kılıçlı, baltalı mızraklı askerlerden oluşuyordu. Hepsinin gözlerini öfke bürümüştü. Hareketleri o kadar senkrondu ki, biri tarafından yönetiliyor gibiydiler.

Karşılarında ise Redfort'un şövalyeleri ve silahtarları duruyordu. Luridclud'un kraliyet ordusu, başka bir Gölge birliği ile vadinin diğer tarafında hapsolmuştu. Redfort bu savaşta yalnızdı.

Birkaç düzine şövalye ve yüz kadar piyade, nehrin karşısında gardlarını almışlardı. Başlarında ise Lord Oswald ve Savaş Ustaları, orduyu komuta ediyordu. Bu savaşı kazanmak epey zor olacaktı, düşman kalabalık ve korkunçtu. Maer Büyücüleri bu savaşa katılmamayı tercih etmişlerdi. Lord Durıl ise Gölge büyülerinde uzmandı.

Şafağa doğru ilk düşman birliği harekete geçti. Nehri o kadar hızlı aştılar ki, Redfort ordusunu hazırlıksız yakalamışlardı. Otuz kadar asker, yüz kişilik örümcek birliğini karşılamak için öne atıldılar. Örümcekler hızlı ve çeviktiler. Boyları yarım metreyi aşıyordu. Dişleri, Kuno aslanlarınınki kadar büyüktü.

Kanlı çatışma akşama kadar sürdü. Redfort ordusu, kaleye çekilmişti. Avluda yatan elli kadar asker vardı. Bazıları ağır yaralıydı, bazıları ise Gölge canavarlarından akıllarını yitirmişlerdi. Baronun ordusu tükenmişti, gelecek saldıraya dayanamayabilirlerdi.

Lord Durıl ve Baron Oswald, şafak sökerken nehrin iki kıyısında karşı karşıya geldiler. Yalnız ve silahsızlardı. Lord Durıl, antlaşma için kağıttan maddeleri sayıyordu.

"Kayıp Hisar yıkılacak." dedi, Lord Durıl. Baron, ayağıyla çimeni eşelerken, "Buun kabul edemeyiz, hisarın yıkılması aptallık olur." dedi. "Asıl, reddetmek aptallık olur." diye cevapladı, Durıl.

Yarım saat süren görüşmelerden sonuç alınmamıştı. İki tarafta savaş devam edilmesi konusunda karar almıştı. Redfort'un sonu yakındı.

Lord Durıl saldırıya geçtiğinde güneş tam tepedeydi. Kahram Çayırı, üç gün süren muharebeden dolayı kızıla dönmüştü ve çoraklaşmıştı. Lord Durıl, iyice kaleye yaklaşmıştı. Ordu, önüne ne çıkarsa sömürüyordu. Lord Durıl ve sağkolu Raynold'un emriyle, Gölge ordusu tekrar saldırıya geçti. Redfort'un geriye sadece on kadar askeri ve Savaş Ustaları kalmıştı.

Ormandan gelen gürültü, Gölge ordusunu durdurmayı başarmıştı. Herkes ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Hava kararmaya başladı ve biraz sonra fırtına bulutları gökyüzünü kapladı. Şimşekler çakmaya başladı ve şiddetli yağmur bir anda gökten boşaldı.

Redfort'un kurtarcısı, efsanelerdeki muhafız, Alacakaranlığın Sureti Zoé, iki yüz kadar pegasusla ormandan çıktı. Pegasusların üzerinde parlayan askerler yarım metrelik kılıçlarıyla durdurulamaz gözüküyordu.

Gölge ordusu, parlak askerlerden hoşlanmamışa benziyordu. Nehrin diğer tarafına kadar çekildiler. Gökyüzünde bir anda Zoé'nin sureti belirdi. On yaşlarındaki bir kız çocuğuna benziyordu. Gözlerinin yerinde yıldızlar vardı. Mor pelerini, rüzgarda dalganıyor; daha da parıldıyordu.

Okuduğunuz için teşekkür ederim, bana destek olmak isterseniz profilimi buradan takip edebilirsiniz!
 



Üst