Son Gün (Remake) - 1

FFHD

orda her kiminleysen, belki sevgilinleysen...
Mesajlar
969
En iyi cevaplar
21
Beğeniler
1,469
Puanları
2,680
ÖyküPedi'yi almaya geldim. wattpad.com/fullforcehd

Bölüm 1: Marcus
Texas, Amerika Birleşik Devletleri


"İlk görevin mi?" dedi Marcus hemen yanındaki askere. Asker zar zor konuşuyordu. "Evet, komutanım." Marcus, askeri teselli etmek için gülümsedi ve arazi aracının yola çıkması için kapıya üç kez vurdu. Bu onların dilinde "devam et" anlamına geliyordu. Pembe arazi aracı harekete geçti.

Araçta yarım düzine özel birlik askeri yer alıyordu. Amerika'nın yeni oluşturduğu bir askeri birlikti bu. Marcus da birliğin içerisindeki yüksek rütbeli biriydi. Daha çok sahada zevk aldığı için kendini evrak işlerinden atıp buraya gelmişti.

Yarım saat kadar süren sessizliği bozan Marcus oldu. Yanındaki askere döndü. "İsmin nedir?" Asker yutkundu ve cevapladı. "Reuben Edwards, komutanım." Askerin aksanı İngiliz gibiydi, kelimeleri yuvarlıyordu. Marcus askeri yeleğinin cebinden bir sigara paketi çıkardı ve askere uzattı. Reuben nazikçe kendini geri çekti. Marcus yarım bir kahkaha attı ve paketten bir dal sigara çıkarıp dudaklarının arasına koydu ve yaktı.

"İçince rahatlıyorum, sonuçta sahaya çıkıyoruz." dedi ve sigarayı tutan eliyle tam karşısındaki askeri işaret etti. "Bu Van, ona herkesten çok güvenebilirsin." Marcus paketten bir sigara daha çıkarıp çakmakla beraber Van'a uzattı. Van'ın yanındaki kısa boylu askeri gösterdi. "Bu da Duncan. Duncan Richards." Güldü ve devam etti. "Benim ezeli rakibimdir." Reuben, komutana kaçamak bir bakış attı.

Marcus iri yarı bir herifti. Askeri başarısıyla ABD General'i bile olabilirdi fakat sürekli reddediyordu. Marcus, çaylaklar arasında çok popüler bir biriydi. Tabii orduda da öyle. Ama Duncan Richards'ın adını hiç duymamıştı.

Kulakları sağır eden bir patlama sesi Reuben'in düşüncelerini ezip geçti. Arazi aracı bir anda yoldan çıktı ve taklalar atmaya başladı. Arabadakiler sağ sola yuvarlanıyordu. Aracın sürücüsü de ön koltukta savruluyordu. Ne olmuştu böyle? Araba bir uçurumdan yuvarlanıyordu. Reuben'in her kemiği darbelerle acıyordu.

Araba birkaç saniye sonra düz durdu. Reuben nefes almak için kendini zorladı fakat bir şey onu engelliyordu. Kafasını aşağı çevirdiğinde gördüğü manzara dehşet vericiydi: Boğazı kanlar içindeydi ve kocaman bir cam parçası direkt olarak boğazına saplanmıştı. Reuben oracıkta çığlığı basmak istedi ama yapamadı. Boğazı parçalanmıştı. Kendini dışarıya atmak için kapıyı zorladı fakat gücü yetmedi. Ellerini neredeyse hissetmiyordu.

Gözlerini arabanın içine çevirdi. Beş ekip üyesi de kanlar içinde arabaya yığılmışlardı. Marcus hayat belirtisi gösterircesine elini havaya kaldırdı ve kapı koluna uzanmaya çalıştı. Başardı, kapıyı zorla açıp kendisini arabadan aşağı attı. Reuben de hareket etmek için kendini zorlasa da yapamıyordu. Vücudu hissizleşmeye başlamıştı. Boğazındaki acı artık yoktu. Büyük bir hissizlik kaplamıştı vücudunu.

Son gücünü harcayıp kendini öne attı ve arabanın zeminine yapıştı. İlk görevinde ölecek miydi yoksa? Daha tam anlamıyla göreve bile çıkmamıştı, sadece yoldaydı. Arabadaki diğer dört askere baktı. Hepsinin hareketsiz bedenlerinden kanlar akıyordu. Hepsi ölmüştü. Yeni birliği yok olmuştu.

Gözleri kararmaya başladı. Göz kapaklarını açık tutmak için büyük bir çaba harcıyordu ama yapamıyordu. Son gördüğü şey Marcus'un uzattığı yardım eliydi. Karşılık veremedi... Gözleri kapanmıştı ve hareketsizce aracın zemininde yatıyordu.

Marcus içinden okkalı bir küfür savurdu ve yumruğunu havaya kaldırıp sıktı. Bir anda gece gündüze döndü ve tam üstlerinde şimşek çaktı. Marcus elini indirdiğinde tekrar hava kararmıştı. Ayağa kalmak için zorladı kendini. Vücudundaki yer bir yara kapanıyordu. İçindeki enerjinin dolup taştığını hissetti.

Aracın içindeki ölü bedenlere baktı. Hepsi çoktan ölmüştü, hiçbirini kurtaramamıştı. Zayıflar ölür, dedi kendi kendine. Yardım çağırmak için kamuflaj yeleğinin cebini karıştırdı: bir Thuraya telefon buldu. Rehberdeki baştaki ve tek kişiye tıkladı. Arama saniyeler içinde cevaplandı.

"Ben Amerika Özel Birlikler Komutanı, Yüzbaşı Marcus." Telefonun diğer tarafından gelen çift bip sesiyle konuşmasına devam etti. "Özel Durum saptandı, bir Gelişmiş. Texas, A.B" Konuşmasını bitirdikten sonra karşıdan gelecek olan sesi bekledi. Bip bip. Cevap gelmişti, aramayı sonlandırdı ve telefonu ormana fırlattı.

Şimdi bu cesetlerle ne yapması gerektiğini düşünmeliydi ve gelişmişle. Marcus, arabayı orada bırakıp yola çıktı. Buradan geçen bir araba bulması zordu. Genellikle bu yolu pek kişi bilmezdi. Tehlikeli bulurdu insanlar. Marcus artık emindi: burası gerçekten tehlikeliydi. Bunu patrona bildirmeli miydi? Kesinlikle hayır! Bunun çaresine kendi bakabilirdi. Şimdi ise yardımı beklemeliydi.

***

"Ne olmuş burda böyle?" Yardım ekibi birkaç saat sonra gelebilmişti. Ekip lideri Connor olay yerini görür görmez dilini yutmuştu. Beş özel birlik askeri bilinmeyen bir sebeple anında ölmüştü. Sadece kurtulan Marcus'tu. Bu komutanda bir şeyler var, diye geçirdi içinden.

"Olay yaşanırken sen neredeydin?" Marcus ufak bir kahkaha patlattı ve alaycı ifadesiyle Connor'a sigara paketini uzattı. Connor paketten bir dal alıp ağzına koydu; sigara kendiliğinden yanmıştı. Marcus eski dostuna bakıp gülümsedi.

"Yine beraberiz, ha?" Connor araba enkazını işaret etti. "Her şeyi anladım da nasıl kurtuldun bundan ve-" Marcus küle dönmek üzere olan sigarasını yere atıp üzerine bastı. Gizlice sağ avucunun içini gösterdi. Connor gördüğü şey karşısında dehşete düşmüştü: bir yıldırım. Yıldırım hala canlı gibi gözüküyordu. Bir damgaydı fakat adeta yaşıyordu.

Marcus, Connor'a dönüp aracın içinden çıkartılan Reuben'in cansız bedenini işaret etti. Reuben kanlar içerisinde sedyede hareketsizce yatıyordu. Askeri kamuflajı adeta kana boyanmıştı. Deneyimsiz asker ilk görevinde can vermişti. "Onun peşindeydiler." dedi usulca. Connor bir anlık boş bulunup bağırdı. "Ne diyorsun, Marcus?"

Marcus aydınlanmak üzere olan gökyüzüne baktı. "O normal biri değil, ölmedi de." Connor, Marcus'un dediklerini anlamaya çalışıyordu. Komutan devam etti. "Sadece enerjisi tükendi, çok ölüm gördüm, Connor." dedi. "Diğer askerlerin hepsi ses duyulduğu anda parçalanmışlardı. Sadece o uyanıktı ve bilinci açıktı. Eğer bu sizin küçük deneylerinizdense başarmışsınız, demektir."

Connor elini eski dostunun omzuna attı. "Patron bana bu günlerde hiç bilgi vermiyor. Neden biliyor musun, Marcus?" Marcus yumruğunu sıktı. "Çünkü ben-" Yardım ekibinden bir doktor Connor'un sözünü böldü: "Efendim, hemen hastaneye götürmeliyiz." Reuben'i işaret etti. "O hala yaşıyor."

Marcus, Connor'a baktı ve kabul et dercesinde kafa salladı. "Ben gidiyorum, eski dostum. Eğer işine yararsam beni ararsın."

Marcus ormanın içine doğru yürürken Connor arkasından baktı. Gök bir anda gündüze döndü ve şimşek çaktı. Birkaç saniye sonra da Marcus gitmişti, alacakaranlık yükselmişti.
 



Üst